Bir padiÅŸahın üç oÄŸlu varmış. Bir gün üçünü huzuruna çağırtıp; kendisini hangisinin daha çok sevdiÄŸini öğrenmek istediÄŸini dile getirmiÅŸ. Büyük oÄŸlu kendisini dünyanın tüm hazinelerinde bulunan Altınlar Pırlantalar, Yakutlar kadar ;ortanca oÄŸlu, dünyadaki tüm lezzetli yemekleri meyveleri kadar sevdiÄŸini söylemiÅŸ… PadiÅŸah bu sefer küçük oÄŸluna dönüp sormuÅŸ…Küçük oÄŸlu , -“Hünkarım, seni tuz kadar seviyorum” deyince; babası öfkeyle : -Defol karşımdan, gözüm görmesin seni..! Dedikten sonra; celladını çağırtarak ;küçük oÄŸlunun kafasını kesip, kanlı gömleÄŸini kendisine getirmesini emretmiÅŸ… Aradan epey bir zaman geçmiÅŸ…KomÅŸu ülkenin padiÅŸahı ölmüş, yerine başına talih kuÅŸu konulan yoksul bir genç padiÅŸah seçilmiÅŸ… Genç padiÅŸah; halkını en adil ÅŸekilde yönetmek için kollarını sıvamış ,herkesin refah ve mutluluÄŸu için kanunlar üstüne kanunlar çıkartmış… Günler geçmiÅŸ, halk yeni padiÅŸahlarına daha çok baÄŸlanmış, onu daha çok sevmeye baÅŸlamışlar… Genç padiÅŸah bir gün bir yemek daveti vermiÅŸ. O davete tüm komÅŸu ÅŸehirlerdeki padiÅŸahlar davet edilmiÅŸ… Davet edilen padiÅŸahlar içinde oÄŸlunu öldürülmesi için cellada teslim eden padiÅŸah’ da varmış… Gelen davetlilerin önlerine çok çeÅŸitli, birbirinden lezzetli yemekler konulmuÅŸ. Yemekler yenilip, üstüne de tadı son derece hoÅŸ ÅŸerbetler içildikten sonra; artık gitme vakti gelip çatmış…Herkes yemeklerin lezzetlerinden son derece memnun oradan ayrılmışlar… Bir ara genç padiÅŸah; kendisini tuz kadar sevdiÄŸini söyleyen oÄŸlunu öldürmesi için cellad’ a teslim eden padiÅŸah’ a yemeklerin lezzetli olup olmadığını sormuÅŸ…YaÅŸlı padiÅŸah “Tuzu da olsaydı daha çok güzel olacaktı. Tuzsuz olduÄŸu için tadını pek alamadım” diye görüşlerini beyan etmiÅŸ… Genç padiÅŸah” Sanırım siz pek tuz sevmezmiÅŸsiniz” deyince, yaÅŸlı padiÅŸah yıllar evvel yaptığı hatayı hatırlayıp aÄŸlamaya baÅŸlamış. Genç padiÅŸah daha fazla dayanamayıp; yaÅŸlı padiÅŸaha oÄŸlu olduÄŸunu söyleyip; hasretle sarılmış… Tüm davetliler gittikten sonra babasını bırakmayıp; “birkaç gün daha misafir edeceÄŸini” söyleyen genç padiÅŸah,”celladın kendisine kıyamayıp serbest bıraktığını, avladığı bir tavÅŸanın kanını gömleÄŸine sürüp kendisine getirdiÄŸini; bu ÅŸehire gelip kimsesiz yaÅŸlı bir kadının evinde misafir iken, talih kuÅŸunun kafasına konduÄŸunu ve sonuçta nasıl padiÅŸah seçildiÄŸini babasına bir bir anlatmış… Babası piÅŸmanlık, teessür ve sevinci bir arada yaÅŸayıp, oÄŸlunun boynuna sarılarak kendisini af etmesini istirham etmiÅŸ… Åžimdi bu hikaye’ ye istinaden: Yüce Allah’ın, tüm canlı mahlukatın önüne serdiÄŸi rahmet sofrasında bulunan her nimetin mutlak bir deÄŸeri olduÄŸunu biz insanların idrak etmesi gerekmiyor mu..? O sofrada bulunan en ufak bir nimetin dahi, Allah’ın rahmet deryasından bize sunulan birer damlalar olduÄŸu unutulmamalıdır… Bir damlaya hor bakmak ,koca bir denize hakarettır. Misafiri olduÄŸun bir mekanda, önüne konulan sofra içinde bulunan nimetleri beÄŸenmeyip; ister lisan-ı hal ;ister lisan-ı kal ile ifade etmeye kalkışmak ;elbette sofra sahibini üzecektir… Her ÅŸeyin bir hikmetle var olduÄŸunu düşünürsek, bizim için neyin iyi; neyin kötü olduÄŸunu belki hikmetleri üzerinde yapacağımız tefekkürler sonucu az buçuk anlayabiliriz. Hiç bir ÅŸeyin boÅŸa yaratılmadığını idrak edip şükretmek yerine; nimet-i küfran etmek insan doÄŸasına aykırılık arz eder .En basit ve önemsiz gibi görünenin, belki bizler için en faydalı olduÄŸunu Allah’tan baÅŸka kim bilebilir. Burada kul’a yakışan ;Allah’ın dest-i kudretinden rahmet sofrasına sunulmuÅŸ her nimeti ‘Allahtan’dır’ diyerek tevekkülle karşılayıp ,şükranla yaklaÅŸmaktır. Allah’tan gelen her ÅŸeyin nimet olduÄŸunu düşünüp, İbrahim Hakkı’nın “HoÅŸtur senden bana gelen Ya gonca gül yahut diken Ya hilat tır yahut kefen Narın da hoÅŸ nurun da hoÅŸ” dediÄŸini terennüm etmek gerekir… Peki Allah’ın; sırf faydalanıp, istifade edelim diye, onca atom ve molekülden yaratığı denizi nimet olarak sunması ,açıkça bizlere verdiÄŸi deÄŸerin bir göstergesi deÄŸil midir..? Bir binanın yapımında bir biriketi görmezden gelip ,konulacağı yere yerleÅŸtirilmemesi ,o binanın eÄŸreti bir vizyon sergilemesini elbette söz konusu edecektir… Böyle bir durum, bina sahibinin gazabını da meÅŸru bir zemine oturtur… Tüm canlı-cansız atomlardan var olmuÅŸtur. Bu atomlar, yine kendilerini yaratan Allah’ın buyrukları doÄŸrultusunda birbirlerinden farklı maddelerin içinde molekül adı altında birleÅŸip, örgütlenerek maddenin kimyevi yapısını oluÅŸtururlar. Bir denizin atomlarını ve onun kimyevi yapısını var eden molekülleri bir tahayyül edin..! Acaba buna aklımızın hayalimizin ulaÅŸması mümkün mü!.. Deniz sadece örneklerden bir örnektir…Kainat her ÅŸeyiyle böyle bir yaratılışa tabidir… Åžuurlu veya ÅŸuursuz, tüm canlıların hizmetine sunulan her ÅŸey yüce Allah’ın Rahmet ve Kereminden hasıl olmuÅŸ iken; kulun haddine midir ki, onun yarattığı ÅŸeyleri hor görüp, küçümsesin. Yahut birinden aldığı en ehven bir hediye’ yi bile taktire ÅŸayan görürken, neden Yüce Allah’ın bize verdiÄŸi onca nimetleri bu taktirin dışında tutup, verilenlere şükür etmesin..?
Etiketler: 375 okunma